14 Ekim 2009 Çarşamba

Gözlerini kapatıp dalarsın bazen karanlığın içine,
Karşına ne gibi şeylerin çıkacağını bilemezsin hiçbir zaman.
Bazen iyi, bazen kötü... Ne olursa olsun hayatını yönlendirir bir tarafa.
Bu yolda ya karanlığın en dibine düşersin, ya da mutluluğun peşine...
İnsanlar çıkar karşına, maskelerinin ardındaki yüzlerini göremediğin,
Hayallere dalarsın maskenin ortasında parıldayan gözleri görünce...
O soluk mavi gözlerin parıltısı bir anda aydınlatır yaşamını.
Sonra bir el uzanır o aydınlıktan sana doğru,
Yalnızca kurumuş yaşlı bir el... Girer karanlığın içine açar avcunu...
Tutmak istemezsin başta onu, Fakat arkandan çekildiğini hissedince mecbur kalırsın.
O elin sahibine yaklaştıkça görürsün ki gerçekte O göründüğü gibi değilmiş,
Daha da yaklaştıkça görüntü netleşir...
Ve o yüzüne bakmaya doyamayacağın surat yaklaşıyordur sana.
Bir anlığına tuttuğun ele bakarsın,
Yaşlı, kurumuş el aslında taptaze ve törpülenmiş tırnaklarla bir harikadır.
Farkına bile varmadan yapışır dudaklarına hayata tutunan bağlarını güçlendirmek için.
Yeni bir parıltı oluşur, herşey berraklaşır, hiçbir şey göremezsin...
Ama düşüyorsundur, bunu hissedersin...
Tam yere çarpacak iken açarsın gözlerini...
Buz gibi olmuş bir halde yatağındasındır, düşünürsün bir anlığına hayatın anlamsızlığını,
Sonra döner sana hayat veren kadına sımsıkı sarılıp devam edersin uykuna...

Hiç yorum yok: